6 Nisan 2016 Çarşamba

D&R LİFE "BÜŞRA YILMAZ" RÖPORTAJI

Gönderen Büşra Yılmaz zaman: 14:13 10 yorum
1. Öykü mü roman mı? Roman. Herhangi bir şeye bağlanmam için geçirdiğim zaman daha önemli. Bağlanmadan sevemiyorum. 

2. Bilgisayarda yazmak mı, deftere yazmak mı? Deftere yazmak. Daha sonra kendi çirkin yazımı okuyamamak sorun olsa da evet, defter diyeceğim. Sanırım cümlelere dokunuyor gibi olma hissini seviyorum.

3. Arka planda sessizlik mi müzik mi? Müzik. Normal hayatımda bile herkes sessizken kafamda hep bir fon müziği vardır benim. Yaşamımı daha çekici hale getiriyor. Arkadan müziği çekince, sahne hep yavan. Bu, hayat olsa da.

4. Agatha Christie mi Edgar Allan Poe mu? Agatha Christie. İkisine de fanatiklik boyutunda bir sevgim olduğundan, çok zor bir soru oldu. Ama bayan Christie’nin sonlarını her zaman çok sevdiğim için, küçük bir farkla onu daha çok seviyorum sanırım. Film, kitap ya da dizi… Sonunda şaşırtan şeyler her zaman bir adım öndedir benim için.

5. Mizah mı polisiye mi? Polisiye. Lisedeki hayalim kriminoloji okumaktı.

6. Twilight mı Hunger Games mi? İkisini de çok sevdiğim söylenemez ancak birini seçmem gerekirse bu Twilight olurdu. Çünkü her ne kadar Hunger Games’in daha başarılı olduğunu düşünsem de Battle Royal filmini çok önceden izleyip hayran olmuş biri olarak Hunger Games’e artı puan veremiyorum. Ne olursa olsun, orijinallik izlediğim ve okuduğum şeylerde benim için en önemli mevzudur. 

7. Genel resmi görmek mi detaylarla uğraşmak mı? Detaylarla uğraşmak.

8. Seinfeld mi Friends mi? Kesinlikle, Seinfeld. İkisini de izlemiş ve sevmiş biri olarak çok net şekilde kıyaslıyorum Seinfeld çok açık ara önde benim için. Seinfeld’de esprilerde kolaya kaçılmıyor ve karakterler daha yaratıcı.

9. Sırt çantası mı postacı çantası mı? Sırf çantası. Yürürken rahat hissettiriyor ve tembel biri olarak kolumdan düşen çanta askılarını sevmiyorum.

10. Renkli mi siyah-beyaz mı? Renkli. Siyah-beyaz biraz kolaya kaçmak gibi geliyor bana. Her ne kadar bazı renklerden nefret etsem de, hiçbir rengi öldürmeden, onlarla yaşamak istiyorum.

11. Nostaljik mi modern mi? Modern.

12. Tiyatro mu sinema mı? Sinema. Küçük bir şehirde büyümüş ve şehrine tiyatro on yılda bir gelen bir kız olarak hiçbir zaman tiyatro ile sağlam bir bağ kuramadım. Havalı görünmek için yalan söyleyemeyeceğim vallahi. Ama sinema, her zaman hayallerimin başköşesindeydi.

13. Popülerlik mi kendi halindelik mi? Kendi halindelik. Popülerite, bir yerden sonra insanı başkaları için ve yarattığınız isimle yaşamaya mecbur bırakıyor. Sonsuza kadar kendi halimde her güne başka biri olarak uyanmak istiyorum.

14. Kalabalık mı yalnızlık mı? Yalnızlık. Ailemi ve arkadaşlarımı kalabalıktan değil, benliğimden saydığım için bu kadar kolay yalnızlık diyorum. Kalabalıktan gerçek anlamda hoşlanmıyorum ve kalabalık bir ortamda kendimi gergin ve huzursuz hissediyorum.

15. Ruj mu oje mi? Ruj. Oje sürmek gerçekten eziyet.

16. Pizza mı lahmacun mu? Pizza! Gerçekten ömrümün sonuna kadar sadece pizza yiyebilirim.

17. Pantolon mu etek mi? Etek. Neredeyse hiç pantolonum yok. Etek ve elbise giymeyi oldum olası fazla sevmişimdir.

18. Kitap okumak mı müzik dinlemek mi? Müzik dinlemek. Müzik dinlerken kafamda kaç sahne çekiyorum, kaç kitaplık hayal kuruyorum kimseler bilmez. Kafamdaki kütüphaneyi her zaman müzikler besliyor ve benim için en kutsalı o. 

19. Bisiklete binmek mi yürüyüş yapmak mı? Yürüyüş yapmak. Küçükken kardeşim bisikletiyle uçurumdan aşağı yuvarlanmıştı. Onu o halde gördükten sonra bisiklete hiç binemedim.

20. Twitter mı Instagram mı? İnstagram! Eskiden olsa twitter derdim. Çünkü kafamın estiğini özgürce yazar ve stres atardım. Ama artık sorumluluklarım var ve biraz dikkatli olmam lazım. O yüzden instagram benim için daha ideal. Kendi kendime eğlenceli fotoğraflar ve videolar çekip paylaşmayı seviyorum.



29 Şubat 2016 Pazartesi

OT DERGİSİ RÖPORTAJ ŞEYSİ (TAMAMI)

Gönderen Büşra Yılmaz zaman: 13:25 8 yorum

(Ot dergisi için yaptığım -kimsin, nesin, Wattpad nedir temalı röportajın tamamıdır.)

İsmim, 90’ların ikinci yarısında doğan her 3 kız bebekten 2’sin de olduğu gibi, Büşra. Soy ismim de trajik bir şekilde popülasyonu bir halde yüksek olan, Yılmaz. Anadolu’nun küçük bir şehrinin kendi halinde bir mahallesinde doğup, büyüdüm. Her ne kadar 1994 doğumlu birinin 21 yaşında olması tuhaf gelse de, 21 yaşındayım. Lise yıllarındayken her fırsatta, yaşadığım şehrin üç metre kare caddesinde “Üniversitede buradan kurtulacağım” diye fink atıp, üniversitede kendimi başka bir küçük şehrin iki metre kare sokağında bir günde sekizinci turumu atarken buldum. An itibariyle kendimi sevdiğim bir dergi için kendim hakkında minik notlar hazırlarken bulmam da, zamanında kara talihim olarak adlandırdığım bu küçük (!) şehirler sayesinde aslında. Çünkü efendim, yapacak bir şey bulamayınca bir arayış içine giriyorsunuz, malum.

Yazmayı oldum olası pek sevmişimdir. Ama bu, “Ben yazar olacağım!” boyutunda asla değildi. Hani küçüklüğümden beri kafamda sürekli dönüp duran tilkilerin kuyruklarını ya resim çizmekte kullandım ya mürekkebe batırıp bir şeyler yazmakta… İlkokuldan beri böyleydi. Üniversitede, bir dönemlik sıkıntı dönemimde bloğuma yazdığım minik notlar yeterli gelmeyince yine akranlarımın mini hikâyeler yazıp, paylaştığı bir mecra keşfettim. Wattpad adındaki yer, deyim yerindeyse Youtube’un kitap versiyonuydu. Amatör olarak dilediğiniz yazılarınızı burada paylaşıp okuyucuya sunuyordunuz. Hoşuma gitti bu fikir ve kitap çıkarma /popüler olma gayesinden tamamen uzak olarak orada kendi kendime yazmaya başladım.

İlk olarak Ölüme Fısıldayan Adam adında psikojik-dram türünde bir hikâye daha sonrasında Moira Sarmalı adında fantastik bir seriye başladım. Ancak ilk başlarda okur sayım çok çok azdı, çünkü daha çok 13-18 yaş arasında popüler olan mecrada, bu iki tür az ilgi görüyordu.

Birkaç ay kendi kendime yazdıktan sonra, bu iki hikâyem dışında sadece kafamı boşaltacağım ve eğleneceğim mini bir genç kurgu (teen fiction) denemesi yapmak istedim. Aklımda birkaç bölüm yazıp bitirmek vardı. Ve 4N1K’ya gecenin bir yarısı böyle başladım.

Ama daha önce dediğim gibi, daha çok genç kitlenin hâkim olduğu Wattpad’te genç kurgu oldukça popüler bir tür olduğundan mıdır, yoksa okurlarımın deyimiyle karakterleri fazla içselleştirdiklerinden midir bilmem birden bu hikâyem Wattpad sıralamalarında hızla yükselmeye başladı. Öyle bir yükseliş ki bu, aylar içinde bana milyonlarca okunma ve yalnızca kısa bir süre içinde 20’den fazla yayın evinden teklif getirdi.

Başta, yalnızca kendimi eğlendirmek için yazdığım bir şey olduğu için 4N1K’yı değil de, diğer hikâyemi bastırmak istemiştim. Ve gelen teklifleri genelde tek tek reddettim. Ancak sonrasında bana aylarca destek olup, yanımda olan okurlarım; en sevdikleri hikâyelerden olan 4N1K’yı raflarında görmek istedikleri konusunda yoğun bir istekle gelince bana, bunu onlara bir borç görüp her ne kadar aslında bana çok uzak bir tür olsa da ilk çıkışımı 4N1K ile yapmaya karar verdim ve Epsilon yayınevi ile anlaştım.

Daha sonrası ise daha bilindik bir kısım… İşte Birkaç ay içinde 100.000’i aşan bir satış, İstanbul TÜYAP’ta haberlere konu olan imza izdihamı…

Bu nedenle, birden, hiç arzum olmamasına rağmen ismimin bir medyatik yönü oluşmaya başladı. Dizi/film yapımcıları kapımı aşındırmaya, program sunucuları telefonumu aramaya, dergi ve gazeteler röportaj için gelmeye falan başladı. Tabi sırtımı sıvazlayan büyük köşe yazarları/yayıncılar/medya patronları olduğu gibi, acımasızca yeren de bir kitle oluştu bu dönemde. Ki birçoğu olayın yalnızca gösterilen kısmını görüp, bir önyargı oluşturdu. Bu nasıl etkiledi? Her ne kadar övgüden çoğalmadığım gibi yergiden azalmadım ama şunu sormadan da edemedim bazılarına. “Beni televizyona güzel bir popo taşımadığı için üzgünüm. Genç kitleyi bir kitap fuarına çekip, onlara okuma alışkanlığı kazandırdığım için de…” Yani gururlandığım gibi, kırıldım da. Ancak güzel anlar her zaman kat ve kat daha fazlaydı. En azından kırıldığım yerler iyileşmese de bu sayede etrafında çiçekler açtı.

Ancak, şöyle bir şey var ki bu dönemde yaşadığım iyileri de kötüleri de ön görebiliyordum kitap çıkmadan. Ve eğer iki ay sonra çıkacak olan kitabım, ilk olarak çıkmış olsaydı bu tür bir zorluk yaşamayacaktım. Ama bunu bile bile, ikinci kitabım hiç okunmuyorken bir anda onun da okunmasını sağlayan 4N1K ve okurlarına bunu bir borç/hediye olarak gördüğüm için, bu süreci yaşadım/yaşıyorum ve geçiyor. Ve tek bir an pişmanlık duymuyorum.

4N1K, her ne kadar sıradan bir lise hikâyesi gibi görünse de; içinde ince ince dokunmuş gençlik problemleri ve mesajları barındırıyor.  Okumayı sevmeyen bir yaş grubuna, onların sevdiği bir dille ve onların sevdiği olaylarla bir şeyleri göstermek gibi…  Örneğin, genç kızların bana göre en büyük sorunlarından biri olan “popüler kültürün hatlarını çizdiği güzellik takıntısı”

Güzelliğin algısal olduğu mesajını veren kısımların işe yaradığını ise aldığım geri dönüşlerle gördüm de. Örneğin, hiç unutamadığım bir olaydır, kanser hastası çok tatlı bir okurum vardı. Sosyal medya hesaplarına her zaman peruğuyla fotoğraf atarmış, öyle yazmıştı yazısında. Ama 4N1K’yı okuduktan sonra, ilk defa peruksuz fotoğrafını atıp; onu cesaretlendirdiğimi ve “Ben böyle güzelim!” diyebildiğini paylaştı herkesle. Bu, sanırım aldığım en harika geri dönüşlerden biriydi!

Bu süreçte özellikle sosyal medya hesaplarım epeyce bir takip edilir hale geldi. Instagram hesabım 75.000 takipçiye ulaştı. Diğer hesaplarım da hatırı sayılır bir takipçi kitlesine sahip oldu. Hani bir de ikonlaşma/birilerinin idolü olma durumu var. Bu bana göre bir az komik çünkü Tokatlıyım, havalı değilim, güzellik ikonu olamayacak kadar sıradanım ve tembelim. Ama düşününce benimle bu kadar bağ kurmalarının sebebi de bu sanırım. Onlar gibiyim, ama sadece hayatın sıkıcı taraflarına başka bir renkte bakıyorum. Hem onlar gibi, hem biraz farklı bir renkte…

Yolda tanıyanlar oluyor, gelip resim çektirenler… Bu duruma hala alışamadım. Ama, kendimi gram dahi değişmiş de hissetmiyorum. Aynı pijamalarla, aynı topuzla yine aynı animasyon filmde ağlıyor; yine aynı arkadaşlarımı arayıp geyik yapıyor, yine aynı kafede aynı kahveyi içiyorum. Hatta bu cümleyi kurmak bile komik geliyor. Hani şey gibi… “Zaten neden değişeyim ki? Ne oldu ki?” gibi. 

Bundan sonra ne yaparım, aslında ne yapmak istiyorum emin değilim. Ama ne 100.000’ aşan satış ne aynı masaya oturduğum önemli isimler değil; imza günlerinde anneler/babalar gelip, “Kızımı gülümsettiğin için teşekkür ederim” deyip yanaklarımı sıktığı an pek yabancı olduğum bu dünya daha da büyülü hale geliyor. Başta yalnızca eğlenmek için yazdığım bu türde, tamamen o minik ışıltıları daha da parlatmak için devam etmem gerektiğini hissediyorum. Madem böyle oldu, madem bir şekilde beni okumayı sevdi kitap okumak istemeyen bir kitle, o halde bunu en iyi şekilde kullanıp güzel şeyler göstermeli/bilinçlendirmeli ve yönlendirmeliyim  diye düşünmeye başladım. Umarım, ileride bu konuda güzel şeyler yaparım. Yazar olmak, iyi bir yazar olmak, gibi bir gayem şimdilik yok. Kendime koyduğum tek bir hedef var, iyi bir insan olmak. Ötesi değil.
^_^

1 Şubat 2016 Pazartesi

"İnşallah saçların düşer Sena."

Gönderen Büşra Yılmaz zaman: 14:58 17 yorum
Çocukken saçım kısacıktı ve hiç taramazdım. Sol çaprazımda oturan kız ise her gün saçlarını annesine değişik değişik yaptırır gelirdi. Bir gün içimden “İnşallah saçları gece birden düşer” diye dua ettim. İki gün sonra kız kıpkısa saçlarla sınıfa girdi. “Ah… Benim yüzümden…” deyip, çok üzülmüştüm. Halbuki annesi sürekli yapmaktan sıkılıp kestirmiş… Ama bana ders olmuştu o vicdan azabı, küçük yaşıma rağmen. O günden sonra kötü bir kız olmak istemiyorsam kimseyi kıskanmamam ve sadece kendim için dua etmem gerektiğini öğrendim. Çok da işe yaradı.

Sağ ol Sena. Sayende bu yaşıma kadar kimseyi kıskanıp, kötü bir dilekte bir daha bulunmadım. 8 yaşımdan beri.
 

☸ Büsra Yilmaz ☸ Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review